Anasayfa     Günün Haberleri     Urfapress Tv     Yazarlar     Foto Galeri     Künye     İletişim  

  28 Mart 2024

   URFA'DA ORTAK DENETİM   URFA'DA ORTAK DENETİM   URFA'DA ERKEN BAYRAMLAŞMA   URFA'DA ERKEN BAYRAMLAŞMA   Z KUŞAĞI..!!!   MÜNİR ULUDAĞ VEDA ETTİ   MÜNİR ULUDAĞ VEDA ETTİ   CANPOLAT KIRSALA DEVAM DEDİ   CAMPOLAT Kırsalı İhmal Etmiyor   Vali AYHAN'a Teşekküre Gitttiler   Vali AYHAN'a Teşekküre Gitttiler   URFA BİR KONAK DAHA KAZANDI  



Site İçi Arama

Röportaj

AKTÜRK-DEMİR RÖPORTAJI

 Tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkartacağız.RÖPORTAJ: MÜSLÜM AKTÜRK

Anket

URFASPOR KÜME DÜŞER Mİ?
EVET
HAYIR
FİKRİM YOK

Günün Manşetleri

Günün Fotoğrafı

Önemli Linkler

Hava Durumu

Halil Biner..Biri Gelir Biri Gider..

 

O her zaman şıktı.

O her zaman beyefendiydi.

O her zaman müziğe âşıktı.

Sokakta, çarşıda hatta evde ne zaman görseniz, üzerinde takım elbisesi ve ona uygun rengârenk bir kravatı mutlaka vardı.

İyi giyinmeyi, şık giyinmeyi ömrünün sonuna kadar da sürdürdü.

Bu şıklık anlayışı ve alışkanlığı, belki de bohem hayatı yaşadığı günlerin kendisine bıraktığı bir mirastı.

Kendisi ile 2011’de Urfa’da yerel bir televizyonda yaptığım bir programda bilmediğim birçok yönünü keşfetmeme neden oldu.

Bu programda Urfa’nın hangi mahallesinde doğduğundan tutun da, hangi okullarda okuduğuna, ne zaman sünnet olduğuna, müzikle olan ilgi ve alakasına varıncaya kadar, birçok sorunun cevabını bu söyleşide bulmuştum.

Halil Biner ağabey ailenin tek erkek çocuğu; 1920’li yılların ortasında Urfa’nın Beykapısı’nda bir evde doğmuş. Kendi deyimi ile henüz yüzünü hatırlayamayacağı, bebeklik çağında babasını kaybetmiş. O da her çocuk gibi küçük yaş da sünnet olmuş ama onun bir de ayrıcalığı olmuş çünkü şimdilerde Kent Müzesi olan, eski adıyla Mahmutoğlu Kulesinin içerisinde, sünnet olmuş. Tabi o dönemlerde kule sağlam, henüz Mahmutoğlu ailesi terk etmemiş, burası da harabe haline gelmemiş.

Bura çok büyük bir yer, onlarca müştemilata sahip, yani devasa bir yapı… M.S bin yüzlü yılların başında Haçlı Savaşları döneminde Urfa’da Ermeni Toros’un yöneticiliği zamanında inşa edilmiş. İşte buranın böylesine bir geçmişi var, içersinde değirmeninden tutun da, zindanına kadar her şey ama her şey mevcut durumda. Halil Biner ağabey de bizi teyit edercesine o dönemlerde buranın ayakta olduğunu, Çocukluğunda Beykapısı’nın ayakta olmadığını, en azından kendisinin kapıyı hatırlamadığını belirtiyor.

Tanıyan herkes bilir; Halil ağabeyin dili tutuktu yani kekemeydi ama gazel okurken, sanat müziği okurken, şiir okurken, dili kusursuzdu tüm kekemeler gibi…

Kulede sünnet olmasının hoş anıları yanında çocukken başından geçen talihsiz bir olayı da bize aktarıyor. Bizler ve benim gibi düşünenler Halil ağabeyin dilinin tutuk olmasının doğuştan geldiğini zannediyordur, meğer başından geçen bir hadiseden sonran kekeme olduğunu bizzat kendisi bize aktarıyor;

“Üç yaşlarında idim tabi o zaman entari, zıbın giyiyordu bütün çocuklar, Benim de üzerimde entarim vardı Kulenin içersine girdim birden üzerime 5-10 tane kaz; gak! gak! diye saldırmaya başladı, korktum, dilim tutuldu ve o günden bu güne değin, dilim öylece tutuk kaldı …”

Evin reisi baba çok erken yaşlarda vefat edince iş anneye düşmüş, ilkokul çağına gelince annesi elinden tutup onu Urfa’nın en eski okullarından biri olan 58. Meydanındaki Kurtuluş İlkokuluna götürüp kaydetmiş, ardından ortaokul sonrasın da lise… Tabi o yıllarda henüz Urfa’da lise olmadığı için Diyarbakır’da Ziya Gökalp Lisesi’nde okumuş. (Sanırım Urfa’da ilk lise 1946-47’lerde açılmış olmalı…)

Hoyrat bir hayattan mazbut bir hayata, mütedeyyin bir bakış açısından dine biraz olsun yönelmesine ancak 30-40 yaşlarından sonra sahip olmuş.

Yani o zamana kadar bohem bir hayat yaşamış.

Sohbetimizin bir yerinde;

“Keyfi, âlemi, gezmeyi, tozmayı severdim ancak kırklı yaşlarımda artık tövbe etmeye, biraz olsun durulmaya başladım” diyor.

Halil Biner ağabeyin gazelhanlığı, bestekârlığı, şairliği, yazarlığının yanı sıra efendi bir kişiliği, biraz olsun mazlum bir yanı, hal hatır soran bir kadirşinaslığı vardı.

Bir gün aşağı çarşıda yolda ayaküstü selamlaştık, hal hatırını sordum. Bana;

“Sen hangi gazetede yazıyorsun” dedi

“Şanlıurfa Sembol’de yazıyorum” dedim.

Az gazete sahibine söylesene, ben de sizin gazetede yazmak istiyorum…

Olur dedim… Ardından;

“Ama siz yıllardır Güneydoğu Gazetesi’nde yazıyorsunuz…”

Sustu… Belli ki biraz kırılmış, biraz kalbi kalmış… Biraz…

"Evet. Aramızda kalsın, yıllardır orada yazıyorum çiziyorum amma…"

"Tamam ağabey ben söylerim, siz gidin gazeteye ben sahibiyle konuşurum merak etmeyin, hiçbir bir sorun da çıkmaz." dedim.

Böylesi mütevazı bir yanı da vardı, kırıldığını, incindiğini söylerken bile utana, sıkıla bir yapısı vardı.

Urfa’da yazan, çizen, okuyan, anlatan, kendi kuşağının yaş itibarıyla en büyüğü olan Halil ağabeyin asıl mesleği muhasebeci idi ama edebiyatın da, müziğin de aşinası olan biriydi. Şiir yazan, güfte yazan, yapan, gazel okuyan bir kişinin müzikle ilgili olur da, anlatacağı bir anısı, anıları olmaz mı?

Elbette olur işte bir anısı:

“1954 yılında Ankara’da caddede yürüyorum beni derlemeci Muzaffer Sarısözen gördü, Urfa’da ne var ne yok dedi, sonra bana Bekçi Bakırı (Bako) sordu;

-O, okurken niye öyle bağırıyor?

Ben de; “Üstat biz dağa bağa çıkarız, onun için bağırmak zorundayız, yoksa sesimiz duyulmaz, yankılanmaz, bağırırız ki dağda, bağda olan diğer rakiplerimiz de sesimizi duysun, kim daha iyi okuyor, kimin sesi daha gür bir seda ile çıkıyor belli olsun…” dedim.

O da dönüp bana:

-“Maşallah sesi tren düdüğü gibi… “ dedi.

"Tabi Urfa müzik diyarı, herkes elini kulağına atsa bir hoyrat, bir gazel, bir türkü okur, ne yapacaksın burası böyle bir şehir işte… O dönemlerde çalgıcılar genellikle gayrimüslim olurdu. Keman, ud, kanun çalarlardı. Müslümanların düğünlerinde âmâ çalgıcılar olurdu onlar hem çalar hem söylerlerdi. Mesela en iyi hatırladığım Bagos vardı, Cırco vardı daha adını hatırlamadığım birçok müzisyen vardı...” diyor Halil Biner ağabey…

Yine bize müzikle ilgili çok önemli bir anekdot aktarıyor:

“Eskiden Halk müziği yani Türkü yoktu okuyanı ayıplarlardı, kınarlardı. Türkü daha çok köylü işi görülürdü. Çoğunlukla okunan şeyler divan edebiyatı ile ilgili olanlar idi yani gazel ve hoyrattı. Türkü yok gibiydi, okuyan olursa da birileri tarafından ayıplanırdı!”

Her şey zamanla değiştiği gibi günümüzde bu gelenek de görenek de değişmiş şimdilerde ne gazel okuyan kalmış, ne mani söyleyen, ne hoyrat okuyan...

Peki, Anzılha’nın orada sahne varmış...

“Evet. Eskiden Anzılha’da sahne vardı, saz kızları vardı. Şimdiki Anzılha Çay Bahçesinin, kalenin en dip noktasına bakan kısmında idi, orada dışarıdan gelen, saz kızları sahne alırdı. Kel Hamza, Mıkım Tahir burada fasıl ederlerdi.

Diğer mahalli sanatçılarda ara ara burada çıkar kendilerince bir şeyler okurlardı, tabi burası içkili bir yer idi bunu da bil…”

Ama burası Peygamberler şehri... Değil mi?

“Doğrudur ama eskiden böyle idi, bakın size bir şey daha anlatacağım; eskiden Urfa’da 2-3 yerde, mekânda kızlar garson olarak çalışırdı.

Hatırladığım kadarıyla birisi Beykapısı ile şimdiki Turan İlkokulu arasında Arap Meydanına giden ve üçgen şeklini alan o yolun yanı başında idi…

Burada bir içkili kahve vardı… Orada bayan garsonlar çalışır hizmet ederlerdi…”

Şehrin bir dönemler hafızası olan Hali Biner ağabey, geçen yüzyılın ilk çeyreğinden günümüze değin, Urfa’nın değişimine, dönüşümüne tanıklık etmiş. Geç bir yaşta da olsa, Urfa’mızda yazan çizen bir isim olmuş, kırkından sonra merak sardığı ve yaklaşık kırk yıl uğraş verdiği, mücadele ettiği yazı, gazel okuma, şiir, beste vs. işini ölümüne kadarda sürdürmüş bir isim. Gerek günlük, gerekse haftalık olsun yazdığı makaleler geçmişe ışık tutmuş, Urfa mahalli basınında epeyce yer tutmuş ne yazık ki biraz cangıran olduğundan mı ne, yazdıklarını bir araya getirip, kitap/kitaplar haline getirmemiş, neşretmemiş.

Divan edebiyatında en sevdiği şairlerin kimler olduğunu soruyoruz;

“En şahanesi Fuzuli’dir ona sultanı şuara derler… Sonra Baki gelir, Nabi, Şeyh galip gelir… Onları okuya okuya Divan Edebiyatına bu şekilde aşina oldum…”

Peki, hemşerimiz Şair Nabi hakkında ne diyorsunuz? Dediğimizde ise:

“O da Fuzuli’den, Baki’den aşağı kalır bir yanı yok ama sözler ağdalı olduğu için biraz ağırdır, insanlar anlamakta biraz zorluk çekebilir.” diyor.

Her şeyin zamanı saati dolduğu gibi onun da saati tamamlanmış, akrep yelkovanı ısırmış, yelkovan ölmüş ömür saati durmuş ve her fani gibi o da bu fani dünyadan göçüp gitti.

Ardında doksan küsur bir ömür, inişli çıkışlı bir hayat, bazen varlık, çoğu zaman yokluk içersinde yaşamış, kaderine kısmetine rıza göstermiş, doksan yıl gibi, her faniye nasip olmayacak uzuun bir ömür sürmüş.

Yusuf Demirkol ağabey ile bulunduğu her ortamda/ortamlarda, Yusuf ağabey sık sık Halil ağabeye takılırdı.

Bir gün üçümüzün olduğu bir ortamda:

“Ebdırezzak bı Ünlü Yazarı tanimisan…” dedi…

Ben de “Tanımaz mıyım bu ünlü yazarı tanımayan mı var” dedim.

Hoş sohbetti, iyi bir Urfalı olduğundan hiç kimsenin şüphesi yoktu.

Sen hafızamızın ölü tarafında değil, daima diri tarafında hep var olacaksın, olmaya devam edeceksin Hali ağabey...

O tutuk dilinle okuduğun gazeller, gönül hanemizde hep misafir olarak kalacaktır.

Biliyorum bu şehir, bütün değerlerini unuttuğu gibi, seni de unutacaktır.

Ardında sahibin varsa, elleri kolları da uzunsa, seni her ortamda onura ederler, adına gün /gece düzenlerler ama böyle birileri yoksa diğerleri gibi unutulur gidersin.

Gözün arkada kalmasın;

“Allah rahmet eylesin iyi adamdı, hoş adamdı...” diyenlerin çoğunlukta...

Yattığın yerde rahat uyu ağabeyim; Halil Biner… Ölüm bu… Biri gelir… Biri gider... Hayat böyle devam eder



Ne yapacaksın elden bir şey gelmiyor.

Ekleme Tarihi: 07 Aralık 2016 16:10

Yazarın Diğer Yazıları İçin

Yorum Ekle

Yazdır

Yorumlar

Bu Habere Toplam 3 Yorum Eklenmiştir.

Ruhu sad olsun,,Mekani cennet olsun,, mehmet/newyork

Halil amca,yi guzel anlatmissiniz,,tesekkurler,,guzel insandi,,kaliteli bir insandi,,dualarimiz onunla,,
17/12/2016 22:37

Ne diyebilirmki..? Ali Çizmecioğlu

Üstadım ..Çok teşekkür ederim.Sevgili Osman'ın dediklerine ekleyecek bir şey bulamadım.Saygılar sunuyorum.
09/12/2016 14:05

Teşekkürler osman ataman biner

Teşekkürler sevgili kardeşimİnsanın babasının ardından yazılmış böylesine güzel bir yazıdan sonra yorum yaparken kelimeler kifayetsiz kalıyor.Vefa bir yana böylesine muhteşem bir kalemin yorumu tek bir kelimeden ibaret olmalı diyorum:TEŞEKKÜRLER!
09/12/2016 11:48

Flash Haber

URFA BİR KONAK DAHA KAZANDI

 Taşı toprağı altın değil tarih olan kadim şehir Şanlıurfa'da, uzun yıllardır atıl durumda olan ve kente çirkin bir görüntü veren Hacı Kamil Konağı restore edilerek turizme kazandırıldı.

Köşe Yazarları

Ali ÇİZMECİOĞLU

 

İmam Hüseyin SAVAŞ

 

Op.Dr.Yusuf Vehbi OCAK

 

Mustafa ARISÜT

 

Osman Ataman BİNER

 

Hüseyin GÜZEL

 

Ayten DOĞAN

 

Metin ŞENAY

 

Mehmet CANBEYLİ

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

DENEME

 

Anasayfa     Günün Haberleri     Sitene Ekle     Urfapress Tv     Yazarlar     Foto Galeri     Künye     İletişim  

  28 Mart 2024