17 Aralık 2017 09:31

YILDIZ PLAK

YILDIZ PLAK

1970’ler…Liseli yıllarımın son demleri…Başımızda kavak yelleri esmekte püfür püfür…Aşk başa gelmiş akıl seyahatte…Ve serde erkekliğin olduğu,ağlayamadığımız 18-20’li yaşlar…Duygularla yaşayan başıboş bir yürek ve sevdalı bir gönül…teselliyi nelerde ararsa bizimki de Urfa ağzıyla “o bazar”…Şarkılar…şiirler tabii ki…

Şimdiki gençler kadar şanslı değildik tabii ki…Ne bilgisayarlarımız vardı müzik indirecek…ne cep telefonlarımız…ne de internetimiz…Ben şanslıydım akranlarımdan…Evimde şimdilerde antika sınıfına girmiş bir lambalı radyom ve maalesef artık olmayan bir pikabımız vardı…Pikap deyince ticari otoyu anlamayın.Taş plak çalan müzik aleti…Hani o filmlerde gördüğünüz yuvarlak 78’lik veya 45’lik plakı koyup üzerine iğneli kolunu indirip çalınan müzik aleti…İşte o pikap benim her şeyimdi…Rahmetli anacığımın omuzuna başımı koyup ağlayamazdım…Ama o pikabta çaldığım plaklarla gizli gizli göz yaşı döktüğüm çok olmuştur…Bir de sıra gecelerinde kulakları çınlasın Reşit Devecioğlu’nun sazının tellerinde daldığımız hayal alemleri…Ki Reşit maalesef gerçek değerini bulamamış bir saz ustasıydı…

Cebimde birazıcık param olduğunda soluğu Yıldız Meydan’daki Yıldız Plak’ta alırdım.70’lerin Urfa’sındaki 3-5 plakçıdan biriydi Yıldız Plak!...(Enverciğim Yıldız Plaktı değil mi dükkanının adı?Yanılıyorsam lütfen bilgilendir.)Dükkan sahibi ,sonradan ülküdaşım,gönüldaşım ve arkadaşım olan Enver Akkaya sağ olsun paramız olmadığında bile kredi açar,beğendiğimiz plakı verirdi…Gerçi bir zaman sonra Enver’in dükkana gittiğimde birazıcık suratının asıldığını fark ederdim ama sebebini anlayamazdım…Yine bir şeye canı sıkılmış der,kendi dünyama döner aldırış etmezdim…Tabii Yıldız Plak’a on kez uğruyorsam bir kez anca plak alıyordum…Uğramam da belli saatlerdeydi hep…Kız Öğretmen Okulunun dağılış saatlerine denk getirirdim ziyaretlerimi…Çünkü Yıldız Plak ,Yıldız Meydanı otobüs durağının tam karşısındaydı…Bir kara gözlü ahuya sevdalanmış,70’li yılların Urfa’sında bırakın “çıkmayı”(sinir oluyorum bu Amerikan özentisi lafa)…göz göze gelmek…3-5 saniye bakışmak bile büyük olaydı bizim için… o güzeli görebilmek için her gün okula gidiş ve dönüş saatlerinde yollunu beklerdik..Tepeden tırnağa …sırılsıklam aşıktık ama gönül verdiğimiz,uğruna gözyaşı döktüğümüz,ızdıraplar çektiğimiz “afet-i devran ,ateş-i suzan”ların haberi bile olmazdı…Ancak arkadaşlarımızın “yengeleri”ydi onlar…İşte böyle duraklarda yolunu bekler…tesadüfte olsa 3-5 saniye göz göze gelirsek dünyalar bizim olurdu…Tanışıyorsak bir vesileyle şayet…yine de duygularımızı söze dökemezdik…bakışlarımızla bir şeyler anlatmaya çalışırdık.






Nahit Ulvi AKGÜN’ün BİRİSİ şiirinden medet umardık:

....."Bir şey var aramızda Senin bakışından belli Benim yanan yüzümden Dalıveriyoruz arada bir İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki Gülüşerek başlıyoruz söze.."

....."Bir şey var aramızda Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek Fakat ne kadar saklasak nafile Bir şey var aramızda Senin gözlerinde ışıldıyor Benim dilimin ucunda.."






Yıllar yıllar sonra Yıldız Plak’a gidişlerimde Enver’in suratının neden asıldığını öğrendim.Tahmin ettiğiniz gibi konu 1969’da ortalığı kasıp kavuran JUANİTO’nun ünlü şarkısı ARKADAŞIMIN AŞKISIN olayıydı…Türkçesi ikimiz de aynı güzele sevdalanmıştık…Eeee ne yaparsın…Gönül ferman dinlemez…söz tutmaz ki…

Aslında bu yazının amacı eski sevdaları anlatmak,gençlik günlerini yad etmek değildi.Bisiklet turlarında dinlemek amacıyla müzik kutumda çalmak için Flash belleğime sevdiğim parçaları indirirken birden nereden nereye geldiğimizi düşündüm…İstediğim şarkıyı…istediğim sanatçıdan hiçbir ücret vermeden kolaylıkla dinleyebilmek ne müthiş bir imkan diye düşündüm…Ve birden Yıldız Plak günlerine savruldu düşüncelerim….Sonra…çok önemli bir kırılma noktasının,dönüşüm devrinin şahidi olduğumuz aklıma geldi…Düşünebiliyor musunuz,kolu çevrilen manyetolu telefon devrinden sokakta yürürken bile konuşabildiğimiz cep telefonları devrine geçişin şahitleriyiz…Kars’ta asteğmen olarak askerliğimi yaparken hafta sonu tatillerimden bir günü telefona ayırırdım…O zaman PTT’ye gider telefon yazdırırdınız…Normal,Acele ve Yıldırım tarifeleri vardı…Yıdırım yazdırır…6-7 saat bekler…çoğunlukla sıkılıp iptal ederdim…Görüşebildiğim zamanlar da Rahmetli anacığımın babacığımın sesi sanki derin kuyulardan gelir gibiydi…Seslerimizi duymak yeterdi bize…Ya şimdi?!?!

Görüntülü görüşmek mi,dediniz?O ancak bilim kurgu film ve romanlarının konusuydu…Uçakları filmlerde görürdük…İstanbul’a uzun burunlu otobüslerle 36 saatte gitmiş biriyim…İstanbul görmüşlerimiz zaten bir başka olurdu…

Amin Maalouf’un YÜZÜNCÜ AD romanında bir kitaptaki bilgiye ulaşmak için yaptığı yolculuklardan vazgeçtim,liseli yıllarımızda bile basit bazı bilgilere ulaşmak için kütüphanelerde verdiğim mücadeleyi hiç unutmam.Oysa şimdi yürüken aklıma takılan bir sorunun cevabını telefonumdan Hazret-i Google başvurarak alabiliyorum…

Sağlıkta…ulaşımda…bilişimde…teknolojide…velhasılı hayatın her alanında nereden nereye geldiğimizi düşünüyorum…

Tüm bunları düşününce…gerçekten de INSANLIĞIN ÇOK ÖNEMLİ BİR GEÇİŞ DÖNEMECİNDE YAŞADIĞIMIZA İNANIYORUM…ŞANSLI MIYIZ BU AÇIDAN…BİLMİYORUM…